13 Temmuz 2008 Pazar

ZAMAN GEÇMİŞ OLMADAN

Sizi bilmem ama ben kendi adıma geçmiş zamanların hesaplaşmasını, 
zaman "Geçmiş" olmadan, eş zamanlı, olay yaşandığı anda çözmeye odaklanmış biriyim.
Bütün dikkatimin şimdide, burada olmasına çalışıyorum sonraki ana pek fazla bir şey bırakmamak için.

Bir ara, geçmiş ve gelecekte çok fazla yaşadığımı fark ettim. 
Bunu bilgi olarak hepimiz biliyorduk ama fark etmek başka bir şeydi.
Ne kadar çok fırsatı, gözümüzden kaçırdığımızı anladım sonra.
Yaşamın bize geliş yollarını ve kendine özgü cevap verişini fark edemeyişimize
şaşırdım. Cevapların kendi istediğimiz tabakta gelmesini bekliyorduk.

Kafamızda sorularla dalgın yolda yürürken mağazanın vitrininde gördüğümüz
bir reklam, nasıl olurdu da bize cevaplarımızı verebilirdi?

Parkta bir bankta otururken arkamızda söyleşen iki kişinin konuşmalarından 
payımıza düşenler, nasıl olurdu da aylar yıllar süren sorunlarımızın cevaplarını, bizleri çok yakından tanıyan kimselerden çok daha yalın bir biçimde bize verebilirdi?

Olur muydu?
Olurdu dostlar?

Kısa bir zaman sonra odağımı, kafamdaki sorulara ve eş zamanlı çevreden gelen tepkilere yönlendirdim (yanıtlara mı demeliydim acaba :)). Yaşamı dinlemek de diyebilirsiniz buna.

Peki ne oldu dersiniz? Yaşamın gerçekten canlı olduğunu görmeye ve sandığımızdan çok farklı ağları, örgüleri olduğunu anlamaya ve yaşamaya başladım.

Fırsatlar yoldaki işaret levhaları gibiydiler; bize sürekli birilerini ya da 
bir yerleri işaret eden. Ama biz hedefe kilitlenmiş bir şekilde, bunları göremez 
bir halde ilerlemekteydik. Yolun kendisiyle sanki hiç ilgimiz yoktu. Sadece 
varılacak yer (hedef) vardı.

Bir gün dağlara çıkmaya başladım, herkes de bana karşı çıkmaya 
başladı :) 
Diyebilirim ki yaşantımda dönüm noktasıydı. Alışıldık dünya algısının değiştiği, insan doğasının başkalaştığı yerlerdi o büyülü mekanlar. Diyebilirim ki insanın kendisini kendisinden bile çıplak bıraktığı mekanlardı dağlar.

Gözünüzü zirveye dikebilirsiniz ama odağınız hep attığınız 
adımda olmak zorundadır. Bir süreç yaşarsınız orada.

Her adımın, kendine özgü zorlukları, hazları, acıları ve neşeleriyle var olduğu;
iliklerinize işleyen bir bilgiye dönüşür. 
Hedef kaygınızın yok olduğunu görürsünüz zamanla, 
Bazen, zirveye birkaç adim kala geriye dönmeniz gerekir.
Hiçbir kötü niyeti yoktur oysa sizi selamlamaya gelen rüzgarın.
Tozutarak karları dolanır etrafınızda, göremez olur zirveyi, şaşırırsınız hedefi.
Sabrı öğrenir "uyum" diye geçirirsiniz içinizden “uyum gerek”

Ne de olsa fırtınaya küfredemezsiniz :)

Olur da; vadileri, ormanlarıyla; 
ırmakları, karlı dorukları ve rüzgarlarıyla o görkemli USTA,
izin verir; 
izin verir de zirveye ulaşırsanız,
inanılmaz bir gönençle dolar içiniz,
ama asla dağı yendim diyemezsiniz. 

Orada bulunmanın kendisi, surecin an be an yaşanması her şeyden 
önemli hale gelir. 

Her adımda kendinizden soyunur dağla dağ olmaya başlarsınız,
her adımda rüzgar olur, kar olur, ırmak olur, kuş olursunuz.
Her adımda daha bir dağ olursunuz.
Koca bir ustadır dağ bizleri yetiştiren.

Şimdilerde uyandığımda,
penceremden görünen muhteşem dağ manzarası,
her sabah içimi dolduruyor.
Heybetli bir şekilde bakıyor şehre, insanlara,
birçoğunun onun varlığından bile habersiz olduğunu bilerek.

**********************************************************
'Tyra Dünya Günlükleri' - 2004 Ocak

11 Temmuz 2008 Cuma

Karanlıkta Bir Pırıltı

Karanlığın ortasında başlayan filmler vardır, bazen ürperti hissiyle bazen de gece serinliğinin kokusuyla karşılarlar seyredeni. Derken bir devinim başlar sisli toprak yüzeyinde orman içlerinde. Bazen başıboş, bazen belli bir istikamette süregider;
karanlıkta aranırcasına,
aranırda ne aradığını bilmezcesine.

Fakat istisnasız hep bir ışık odağına doğru yönelir devinim, belki bir kır evinin bahçe lambasına, belki de bir kamp ateşine. Karanlık dengesini arar sanki, ıssız bir ormanda, devinimle birlikte ışığa doğru yönelerek.

Tarih, tarih olmazdan önceki bir hesaplaşma gibidir galibiyeti olmayan! Zıttından kendi anlamını çıkarmaya çalışırcasına çarpışır karanlık ışıkla. 

Hiç de beklenildiği gibi karanlığa değildir övgüler;
sonsuzcasına bir enginlikte sürdürse de hükümranlığını. 
O sonsuz karanlık, hep bir noktadan başlar yırtılıp dolmaya ışığın görkemiyle.

Karanlık ormanda, uzaklardan zor da olsa seçilen bahçe lambasının ışıltısı karanlığa haykırır, sesini duyurmak istercesine,

   “Karanlığın bekçisi yoktur, "Yolcu" !..
   Işık çoğalmak, karanlık boyanmak ister.”  


Dağda bir yolcunun kamp ateşi fısıldamaya başlar tüm dinginliğiyle, kıvılcımlar sıçratarak etrafa,

   “Gerçeklik ışıktan doğar, 
   Yayılır sarmallarca sonsuz rengine yaşamın.  

   Işıktan başkaca bulunmaz ki 
   koşulsuzca doldurabilsin tüm boşluğu
   ta içinizden son kıyısına uzayın.

   Patlamaya hazır tomurcuklarısınız ışığın,
   İçinizden yanacaksınız dışarı doğru.
  
   Engellemeyin bırakışın vaktinde...”


Puhuların eşliğinde, karanlığın sessizliğinde devam eder devinmeye bir yolcu, ormandan bozkıra doğru, tepelerin ardına gizli günün doğumuna şahitlik etmeye. 

Sanki karanlığa meydan okumaya hazırlanan güneşin sesini duyar birdenbire ürpererek:

   Tüm renkler emrinizde  
   Tuvalinizi karanlığın üzerine yapın!
   
   Yalnız kalmayacaksınız,
   Hiçbir zaman olmadığınız gibi...


------

'Tyra Dünya Günlükleri'  Mayıs 2004

8 Temmuz 2008 Salı

Ses neyse yankısı da odur...